500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, Galata’daki Neve Şalom Sinagogu’yla iç içe… Burada 27 Kasım’da düzenlenen Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinliklerine katıldım. 1999’dan beri Avrupa’nın çeşitli kentlerinde, Türkiye’de ise 2001’den beri her yıl kutlanan bu özel günde, Musevi kültürü çeşitli etkinliklerle tanıtılıyor. Bu vesileyle müzeye yolum düştü. Bu deneyimden çok etkilendim ve ardından birkaç ziyaret daha yaptım. Gözlemlerimi, öğrendiklerimi ve hissettiklerimi paylaşmak istedim. Etkinliğin afiş ve broşürlerinde “Kimdir bu Yahudi dostum?” yazıyordu. Buradaki “dostum” kelimesi hem soruyu okuyanlar hem de Yahudiler için kullanılmış bence. Gelin tanıyalım…
İlk olarak 25 Kasım 2001 tarihinde Galata’daki Zülfaris Sinagogu’nda açılan ve Ocak 2016’da yeni mekanına taşınan 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Türk Musevilerinin kültürü, Osmanlı/Türk kültürleriyle etkileşimi ve toplumumuza katkıları hakkında çok değerli bilgiler veriyor.
Musevilerin Anadolu’da ne kadar süredir yaşadıkları kesin olarak bilinmemekle birlikte, arkeolojik kalıntılardan M.Ö. 4. yüzyıldan beri burada oldukları saptanabiliyor. Bu topraklarda ayakta kalmış en eski sinagog ise 3. yüzyıla ait ve Manisa’daki Sardes Antik Kenti’nde bulunuyor. Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu Türk Beylikleri ve Osmanlı Devleti’nde genellikle huzur ve barış içinde yaşayan Musevilerin tarih boyunca Türklerle iyi ilişkileri olmuş.
Bugün Türkiye’de yaşayan Musevilerin büyük bölümünü oluşturan Sefarad Musevilerinin bu topraklara gelişi ise 1492 yılına dayanıyor. “Sefarad” kelimesi İbranicede İspanyol veya İspanya anlamına geliyor. Kral Ferdinand ile Kraliçe İsabella’nın sürgün fermanından ve İspanyol Engizisyonundan kaçan İspanyol Yahudileri, Sultan II. Bayezid’ın daveti üzerine Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşmiş. 2 Ağustos 1492 tarihine kadar krallığı terk etmeleri istenen İspanyol Yahudileri, sahip oldukları her şeyi geride bırakarak kendilerine kucak açan yeni vatanlarına yerleşmişler. Bu dönemde göç eden Yahudilerin sayısı tartışmalı olmakla birlikte yaklaşık 120 bin olduğu sanılıyor. II Bayezid, Kral Ferdinand için “Siz bu hükümdara nasıl akıllı diyorsunuz ki, kendi ülkesini fakirleştiriyor ve benimkini zenginleştiriyor” demiş. Gerçekten de dediği gibi olmuş. İspanyol Yahudileri, dilleri, kültürleri, bilgileri, deneyimleri ve mesleki becerileriyle Osmanlı’ya zenginlik katmış, imparatorluğun gelişmesine katkıda bulunmuşlar.
Müzede en çok ilgimi çeken bölümlerden biri, Musevilerin bu topraklara kazandırdıklarıyla ilgili bölüm oldu. Burada, enginar, boyoz, marzipan ve pandispanyayı, ipek böcekçiliğini, bakır işçiliğini ve dericiliği getirdiklerini öğrendim.
Ayrıca Osmanlı’ya ilk baskı makinelerini getiren ve 1493’te ilk matbaayı kuranlar da Sefarad Yahudileriymiş… Osmanlı’da basımevi kurup Türkçe kitap yayınlayan ilk kişi olan İbrahim Müteferrika’nın ilk kitap bastığı tarih ise 1729. 1493’ten itibaren Osmanlı’daki din özgürlüğü ortamında, matbaalar çoğalmış ve İbranice dini kitaplar rahatça basılıp satılmış.
Museviler, Avrupa ülkelerinde sefir olarak hizmet etmişler. Topkapı Sarayı’nda sultanın ve ailesinin doktoru olmuşlar. Sarayda diş doktoru olarak görev yapmış David Hayon’a ait bir kılıç, müzede sergilenen eserler arasında.
Müzede, belli başlı Yahudi sembolleri, dini bayramları, kutsal günleri, adetleri hakkında bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Önemli sembollerden biri olan “Menora” adlı yedi kollu şamdan, Tanrı’nın evreni ve insanları yedi günde yaratmasını sembolize ediyor. Hem sağlıklı beslenme, hem de saf olanla olmayanı ayırma prensibini taşıyan Kaşerut kurallarına göre; at, eşek, domuz gibi tek tırnaklı hayvanlar yenmiyor. Etle birlikte süt ve sütlü ürünler tüketilmiyor. Çok dindar kişiler için arada altı saat geçmesi gerekirken, Avrupa’da genellikle iki saat bekleniyormuş. Çok dindar Museviler, sütlü ürünleri yiyip içtikleri çatal/kaşıklarla etli yemekleri yemezlermiş.
Müzede, dokunmatik bir ekrandan belli başlı Sefarad yemeklerinin tariflerini okuyabiliyor, kendinize veya bir başkasına e-postayla gönderebiliyorsunuz. 27 Kasım’daki etkinlikler kapsamında Sefarad lezzetleri de tadılabiliyordu ve ben özellikle patlıcanlı veya patatesli yapılan “börekitas”ı çok beğendim.
Spordan siyasete, akademiden sanata çeşitli alanlarda başarılarıyla öne çıkan Türk Yahudileri ve toplumsal yaşama katkılarıyla ilgili bilgi alabileceğiniz müzede, siyaset alanında en son, 1995-99 yılları arasında CefiKamhi’nin İstanbul milletvekili olarak görev yaptığını öğrendim. Ondan sonra siyaset alanında öne çıkan bir Yahudi bulunmuyor. Kurtuluş Savaşı’nda şehit olan Yahudiler, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudileri Nazilerden kurtaran Türk diplomatlar ve yine bu dönemde Almanya ve Avusturya’dan kaçıp Atatürk’ün teşvikiyle İstanbul ve Ankara’daki üniversitelere gelerek Türk öğrencilerin eğitimine değerli katkılar sunan bilim adamlarıyla ilgili de önemli bilgiler veriliyor.
1930’dan bugüne önemli olayları anlatan dokunmatik ekranda, 1942’de yaşanan Struma faciası ve çeşitli yıllarda Neve Şalom Sinagogu’na yapılan saldırılarla ilgili de bilgi ve fotoğraflar, insanlık adına utandıran bu olayların bir daha yaşanmaması umuduyla hatırlatılıyor. Osmanlı’da Musevi basınının başladığı 1842’den günümüze gazete ve dergi örneklerini de müzede inceleyebilirsiniz. Günümüzde ülkemizdeki Musevi basınının öncüsü, 1947’de kurulan ve haftalık yayınlanan Şalom gazetesi…
Müzede, Türkiye’de bulunan tüm sinagogların ve Museviler için önemli sayılan yerlerin bulunduğu dokunmatik bir harita da var. Ağırlık İstanbul’da olmak üzere Edirne’den Gaziantep’e, Antakya’dan İzmir’e ülkemizin farklı yerlerindeki Musevilere ait, günümüzde kullanılan ve kullanılmayan kutsal mekanları burada inceleyebilirsiniz. Ülkemizdeki Musevilerin sayısında özellikle 20. yüzyıl boyunca ciddi bir azalma yaşanmış ve bunun en çarpıcı örneklerinden biri de Edirne’deki Büyük Sinagog’un öyküsünde görülebiliyor.
Ülkemizin en büyük sinagogu olan Büyük Sinagog, 20. yüzyılın başında inşa edilmiş. O zamanlar Edirne’de yaklaşık 22 bin kişilik bir Yahudi cemaati varmış. Ancak üzücüdür ki günümüzde Edirne’de yaşayan sadece tek bir Yahudi kalmış. Bu değerli yapı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek 2015’te tekrar açılmış. Hatta geçenlerde bu sinagogda İstanbul’dan giden bir grup tarafından düğün yapılmış. Müzede ayrıca, Yahudi olmayan ama Museviliği kabul etmiş olan Türk Boylarından Karaylar hakkında da bilgiler bulunuyor. Bir teze göre, Karayların İstanbul’da yerleştiği yerlerden biri olan Karaköy’ün asıl adı, “Karay Köyü”ymüş.
27 Kasım’daki etkinlikler kapsamında, Neve Şalom Sinagogu’nda temsili bir Yahudi düğünü izledim. Çok samimi, mütevazı ve güzel Yahudi şarkılarının çalınıp söylendiği bir törendi.
Müzede, Türk Musevilerinin Osmanlı’dan günümüze düğün gelenekleri ve sosyal yaşamı hakkında da bilgiler, fotoğraflar ve sergilemeler var.
Burada yaşayan Museviler, Türk kültüründen etkilenmişler ve dünyanın diğer yerlerinde yaşayan Musevilerde bulunmayan, sadece bu topraklarda yaşayan Musevilere özgü gelenekleri oluşmuş. Örneğin, Osmanlı’da Musevi aileler de Müslümanlar gibi düğün öncesi kına gecesi düzenlermiş. Aynı özellik, gelin ve damat kıyafetlerinde de görülebiliyor. Damadın fes takması buna bir örnek…
Musevilerde düğünler bir çatı altında yapılıyor. Evlenirken “Ketuba” adlı bir evlilik sözleşmesi imzalanıyor. Musevi dininde bir erkek normalde birden fazla kadınla evlenebilirmiş, fakat yüzyıllardır “Ketuba”ya eklenen bir maddeyle, erkek başka kadınla evlenmeyeceğine söz verir ve böylelikle tek eşlilik sağlanırmış. Bu sözleşme, kadının haklarını korumak amacıyla imzalanır ve yazılan maddelerle evlilik daha çağdaş bir hal alırmış. Eskiden elle hazırlanan ve süslenen “Ketuba”lar, günümüzde basılı evrak halindeymiş.
Hamile ve lohusalar ile yeni doğan bebekleri koruduğuna inanılan muskalar ve nazarlıklar da Sefarad Yahudilerinin kültüründe önemliymiş. Hilal, mavi göz, altı köşeli yıldız, menora, hamsa gibi muskalara dualar yazılırmış. Gelin hamile kaldığı zaman, bebeğin uzun ömürlü olması için, 5. veya 7. ayda bebek için “Faşadura” adı verilen bir kıyafet dikme töreni düzenlenirmiş.
Dini sembollerde ve eşyalarda da Türk kültüründen etkilenildiği görülebiliyor. Tevrat örtüleri, menora ve Hanuka (Işıklar) Bayramında yakılan dokuz kollu şamdan hanukiyalar ay yıldızlı yapılmış, Osmanlı ve Türk motifleri kullanılmış. Bu eşyalar sanki iki dine mensup insanlar arasındaki dostluk ve barışın, kültürler arasındaki etkileşimin birer sembolü gibi… Müzede sergilenen bu hanukiyalar, Avrupa’daki çeşitli sergilere gitmiş ve çok ilgi görmüşler.
Kültürler arası etkileşimin izlerini, Sefarad Musevilerinin dili olan Judeo-Espanyol (Ladino) dilinde de görebiliyoruz. Yazar Mario Levi, Yahudi Kültürü Avrupa Günü’ndeki söyleşisinde, “Şimdi size Ladino bir cümle söyleyeceğim ve hepiniz anlayacaksınız” dedi. Cümlesinde vapur ve rıhtım kelimeleri geçiyordu ve gerçekten de anladık. Ladino dili, 500 yıl öncesinin İspanyolcasının yüzyıllar içinde Türkçeden ve bu topraklarda konuşulan Rumca, Fransızca, İtalyanca ve hatta Portekizce gibi diğer dillerden etkilenmesi ve doğal bir şekilde evrilmesiyle oluşmuş, bugünlere kadar gelmiş. Ancak maalesef günümüzde çok az konuşuluyor ve genç nesil tarafından kullanılmıyormuş. Dolayısıyla unutulma tehlikesiyle karşı karşıya…
Müzenin ziyaretçilerden sorumlu görevlisi, kendisi de bir Sefarad Musevisi olan Roberto Sadacca şöyle söylüyor: “Dikkatle dinlerse bir İspanyol bizi, biz de bir İspanyolu anlayabiliriz. Ladino, 500 yıl önce İspanya’yı terk ettiğimiz zamanki İspanyolca temelinde. Fakat, biz Alliance Israélite Okulları açılana kadar pek fazla okula gitmediğimiz için bu dili hep kulaktan kulağa dinleyerek,annelerimizden, ninelerimizden öğrendik. Ve yazılı kuralları, dilbilgisi olmayan bir lisan bozulmaya, unutulmaya mahkumdur.”
Osmanlı’da 19. yüzyılın ortalarına kadar birçok Musevi okuma yazma bilmiyormuş. Bunu değiştirmek isteyen bir grup Fransız Yahudisinin öncülüğünde 1867’de Alliance Israélite Universelle (Alyans) Okulları açılmış. Osmanlı Devleti’nin birçok şehrinde açılan ve Fransızca eğitim veren bu okullar Osmanlı Musevilerinin eğitimine katkıda bulunmuş, eğitimli nesiller yetiştirilmiş. Daha sonra bu okullar kapanmış. Bu okullarda Yahudi olmayan öğrenciler de eğitim görmüş ki, bunlardan biri de Celal Bayar’mış. Şimdi Musevilerin tek bir okulu var, laik bir okul olan Ulus Özel Musevi Okulları…
Roberto Bey, “1980’lerden itibaren Ladino kendiliğinden yok olmaya başladı. Bu git gide daha çok insanın üniversiteye gitmesi ve Türkçeyi güzelce konuşmayı öğrenmesiyle kendiliğinden oluştu.Türkçeyi tercih ediyorlar sanıyorum. Bu doğal bir seleksiyon oldu. Modern İspanyolcaya münferit kişiler merak sarıyor. Ama genel toplumda öyle bir merak yok. Olması için de bir sebep yok bence. Çünkü anavatanımız Türkiye” diye anlatıyor.
“En çok istediğimiz şey, buradan Türk Musevileri hakkında olumlu duygularla ayrılmaları”
Aslen kimya yüksek mühendisi olan ve müze açıldığından beri burada görev yapan Roberto Bey, ziyaretçilere kendi kültürlerini anlatabildiği için mutlu olduğunu ve bu mesleğin onurlu bir meslek olduğunu düşündüğünü söylüyor: “Bu müzenin amacı, Türkiyeli Musevileri, Türk ve dünya toplumuna tanıtmak… Türk ziyaretçilerimizden ‘ne kadar benziyoruz’ tepkisini duyuyorum. Zaten biraz da amacımız bu. Sonuçta benzeşiyoruz ve benzeştiğimizi göstermek çok önemli. Bu büyük ülkenin içinde çok az sayıda Musevi var. Biraz da kendilerini çok göstermediklerinden birçok Türk hayatında hiç Musevi görmemiş. Bizim tanıtımımızın sonucunda bizimle ilgili daha çok şey bilip bizi daha çok sevebilirler diye ümit ediyoruz. Buraya gelenlerden mümkün olduğu kadar burada sunmaya çalıştığımız şeyleri öğrenmelerini istiyoruz. En çok istediğimiz şey, buradan Türk Musevileri hakkında olumlu duygularla ayrılmaları.”
Bence çabaları işe yarıyor. Müze deyip geçmemek lazım, bir müze insanın bakış açısını çok değiştirebilir. Ve toplumda zamanla bir şeyler değişebilir. Bunun için umut var. Ben de müzeye her gidişimde çevremde “ne kadar benziyoruz” sözlerini duydum. Bunu ben de düşündüm, sonra da kendime sordum, “zaten benzemememiz mümkün mü ki?” Yüzyıllardır aynı topraklarda yaşıyor, aynı memleketi paylaşıyoruz. Benzemesek bu şaşılacak bir şey olurdu bence. Bunu en çok hissettiğim anlardan biri de 27 Kasım Yahudi Kültürü Avrupa Günü’nde hepimizin bildiği ve birleştirici bir özelliği olan “Bir başkadır benim memleketim” şarkısını duyduğum an oldu. Bu şarkının bir Yahudi halk şarkısı olduğunu biliyor muydunuz? Yüzyıllar boyu bir arada aynı topraklarda yaşayan insanların kültürleri öyle iç içe geçmiş ve birlikte evrilmiş ki, birbirinden ayırabilmek ne mümkün. Hele hele düşmanlıkları anlayabilmek imkansız oluyor böyle anlarda… İnsanlar arasında hep böyle tanışıklık, sevgi ve barış olması dileğiyle…
Gerçekten de “bir başkadır” bizim memleketimiz. Bunca yıllık kültürler arası etkileşimin olduğu, hepsinin kaynaştığı bir ülke. Bugün gurur duyduğumuz, sevdiğimiz her ne varsa hepsi çeşitli kültürlere sahip insanların katkılarıyla şekillenerek bugünkü hallerini almış. Güzelliğimizi buna borçluyuz, bunu unutmayalım! Geçmişte yaşanan olumsuz tecrübeleri geride bırakarak ve olumluların üstüne yeni katmanlar inşa ederek şimdi kaynaşmak ve barış içinde yaşayarak, bu topraklardaki farklı kültürleri yüceltmek bizim elimizde. Bunu hissetmek için herkes bu müzeye gelmeli. Burası hepimizin memleketi… Belki müzede daha fazla etkinlikler düzenlenerek bu yolla daha çok insan çekilebilir. Özellikle yemekler ve müzik bu çekim gücüne sahip bence… Yazımı Pandispanya tarifiyle bitiriyorum. Genellikle limon suyu ve kabuğu kullanılarak yapılan bir kek olan Pandispanya, “İspanyol ekmeği” anlamına geliyor. Dostluk ve barış dileğiyle, afiyet olsun!
PAN D’ESPANYA (PANDİSPANYA)
Malzeme:
5 yumurta
4 kahve fincanı un
1 limonun kabuğu rende
1 limonun suyu
4 kahve fincanı şeker
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
Yapılışı:
Yumurtalar şekerle mikserde çırpılır. Azar azar un ve kabartma tozu ilave edilir. Rendelenmiş limon kabuğu ve limon suyu eklenerek karıştırılır. Yağlanmış fırın kabına dökülür. Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında, yaklaşık 40 dakika pişirilir. (Bir kürdan batırılarak pişip pişmediği anlaşılır.)
Tarifi Aldığım Kaynak: “Sefarad Yemekleri” – Viki Koronyo ve Sima Ovadya
Yazı İçin Kullandığım Ek Kaynak: “Türkiye’nin Tarihi Sinagogları” – Joel A. Zack
(Bu yazımın kısa bir versiyonu hurriyet.com.tr’de yayınlandı. Okumak için buraya tıklayabilirsiniz.)
Bahar, eline, diline sağlık.
Keyifle okunan bir çalışma çıkartmışsın ortaya.
Kalemi elinden bırakma !
Sevgiler
Polat
Çok teşekkür ederim Polat Amca, beğendiğinize çok sevindim, yazmaya devam! 🙂
Muhtesem firsat buldukca muzeyi gezerim.
Bahar’cığım, eline sağlık. Ne kadar akıcı ve güzel bir anlatımın var.
Polat amcanın da dediği gibi: “kalemi elinden bırakma”…
Zerrin Hanım çok teşekkür ederim, söz bırakmayacağım. 🙂