İsviçre’nin güzel şehri Cenevre’yi keşfettim bu kez… Cenevre, Zürih’ten sonra İsviçre’nin en büyük ikinci, ülkenin Fransızca konuşulan Romandie bölgesinin ise en kalabalık kenti. Cenevre Gölü’nün (Leman Gölü) en güney ucunda kurulmuş, çok sevimli, hoş, şık bir şehir… Hem bu büyük göl, hem de şehrin içinden geçen Le Rhône ve L’Arve nehirleri sayesinde onun için bir su şehri diyebiliriz. Ayrıca dağlarla çevrili ve şehirden bu dağlar da görülebiliyor.
Merkeze geldiğinizde şehrin simgesi Jet d’Eau ilk gözünüze çarpan şey oluyor. Bu fıskiye, saatte 200 km hızla saniyede 500 litre suyu gökyüzüne doğru fışkırtıyor. Rüzgarsız, güzel havalarda suyun yüksekliği 140 metreyi buluyor.
Jet d’Eau’yu uzaktan seyretmenin yanı sıra yakınına kadar giderek göğe yükselen suları görmenin heyecanını yaşamanızı ve fotoğraf çekmenizi tavsiye ederim. Çok yaklaşınca ıslanıyorsunuz da tabii ama o da bu deneyimin bir parçası… Jet d’Eau, Cenevre fotoğraflarının da başrolünde. Özellikle gökkuşağının da olduğu Jet d’Eau fotoğraflı kartpostallar çok etkileyici. Ben de oradayken bir gökkuşağı gördüm, belki siz daha da güzeline rastlarsınız.
Cenevre, göl kıyısında yürüyüş için çok güzel bir parkura sahip. İki taraf boyunca yeşil parkların içinden geçerek ve güzel evler görerek uzun uzun yürüyüş yapabilirsiniz. Ayrıca bisiklet de kiralanabiliyor. Gölde yelkenliler, sörfler ve güzel havalarda yüzenleri görebiliyorsunuz. Plajlar da var. Burası bence biraz İstanbul Boğazı’nın bozulmamış kısımlarını andırıyor. Cenevre’de göl kıyısında dolaşırken mutlaka kuğu ve ördeklere rastlayacaksınız. Onlar da bu sakin şehrin temposuna ve ruhuna uygun şekilde sakin sakin dolaşıyorlar. Burada huzur bulmuş gibiler. Ayrıca son yıllarda martılar da gelmiş. İstanbul’daki martılara göre biraz daha ufak, şirin martılar.
Ben eylül başında gittiğimde hava bazı günler kapalı ve yağmurluydu. Bazı günlerse güneşliydi. Ama yağmurlu günlerde bile hep dolaştım, yağmur da Cenevre’ye yakışıyor diyebilirim. Senenin birçok gününde havanın yağmurlu olduğunu tahmin ediyorum.
Zamanı gösteren çiçekler
Merkezde bir dönme dolap var ve hemen yakınında da şehrin simgelerinden biri olan Çiçek Saat (Horloge Fleurie)… Jardin Anglais’nin köşesinde bulunan, yaklaşık 6.500 çiçek ve bitkiden yapılmış bu saat, ilk olarak 1955’te yapılmış, son yıllarda ise Cenevre’nin ünlü saat markası Patek Philippe tarafından yenilenmiş. Her mevsimde çiçekleri, renkleri değişiyor.
İlk kol saatinin kesin olarak ne zaman ve nerede yapıldığı bilinmemekle birlikte, ilk mekanik saatlerin Batı’da 12. yüzyılda yapıldığı sanılıyor. 15. ve 16. yüzyılda ise saatler minyatürleştirilmiş. Rönesans döneminde saat, takılan veya taşınan kişisel bir aksesuara dönüşmüş. İsviçre’de 1500’lerde başladığı bilinen saat üretimi, yüzyıllar içinde gelişerek devam etmiş ve İsviçre, özellikle de Cenevre, 16. yüzyıldan itibaren tüm dünyada kaliteli saat tasarımı ve üretimiyle meşhur olmuş. İsviçre saat üretiminde markalaşmış ve hep zirvede kalmış. Cenevre’de, 1839’da burada kurulan ünlü saat markası Patek Philippe’in adını taşıyan bir müze de var. Saat yapımının 500 yıllık öyküsünün anlatıldığı, 1500’lerden günümüze muhteşem saatlerin sergilendiği bu müzeyi gezebilirsiniz.
Çiçek Saat’e baktıktan sonra Promenade du Lac’ta dizili banklardan birine oturarak manzarayı seyrederken, sakinlikte bu saatin anlamını, Cenevre için güzel bir simge olduğunu anlıyorsunuz. Zamanın yavaş yavaş, yumuşak aktığı, telaşın olmadığı bu saatler şehrine, çiçeklerden oluşan bir saat yakışır ancak değil mi?
Şehrin bir diğer simgesi ise, Old Town’da bulunan Saint Pierre Katedrali. İlk yapılışı 1160’ya uzanan katedral, 1535’ten itibaren Protestan Katedrali olmuş ve Protestan Reformu’nun en önemli liderlerinden Jean Calvin de burada vaaz veriyormuş. Gotik tarzdaki bu katedralin kulelerine çıkarak şehri seyre dalmanızı ve panoramik manzaranın fotoğraflarını çekmenizi öneririm, çünkü buradan tüm şehir görünüyor. Dar merdivenlerden 157 basamak çıkarak kuleye tırmanmak ve katedralin büyük çanını görmek de heyecan vericiydi.
Cenevre Gölü’nde bir tekne turu yapabilirsiniz, ben 50 dakikalık olanı yaptım, daha uzun turlar da var. Avrupa’nın en yeşil şehirlerinden biri olan Cenevre’de dolaşırken bunu hissediyorsunuz, her yerde parklar var.
Göl kıyısındaki Botanik Bahçesi’nde (Jardin Botanique) dolaşarak hem değişik, güzel çiçekler hem de çeşitli hayvanlar görebilirsiniz. Mesela pembe flamingolar ya da tavuskuşları… Doğayla iç içe olmak için süper bir yer. Botanik Bahçesi’ne giderken geçtiğiniz bölgelerde de çok güzel parklar var. Buralarda herkes çimlerde oturuyor, piknik yapıyor, koşuyor… Botanik Bahçesi’ne gelmeden göl kıyısında yer alan La Perle du Lac isimli restoranda birşeyler yiyip içebilirsiniz. Gölün öbür kıyısındaki Parc des Eaux – Vives de çok güzel, tavsiye ederim.
Old town’u çok beğendim. Burada çok sayıda sanat galerisi var. Sakin sokaklarında dolaşarak tur atmanızı tavsiye ederim. Burası, aslında Cenevre kentinin geneli, kendinizle baş başa kaldığınız, içinize dönebildiğiniz bir yer. Old Town’da masalsı bir hava var. Place du Bourg-de-Four meydanındaki La Clémence adlı cafe-bar çok güzel. Buranın ismi, hemen yakınındaki Clementine heykelinden geliyor olmalı. İsviçreli heykeltıraş Heinz Schwarz’ın yaptığı bu heykelin aynısından Botanik Bahçesi’nde de gördüm.
Cenevre’de merkezden kalkan tur taşıtlarına binerek hem Old Town’u, hem de Birleşmiş Milletler’in bulunduğu bölgeyi gezebilirsiniz.
Şehrin en büyük sanat müzesi ve İsviçre’nin de en büyük müzelerinden biri olan Musée d’Art et d’Histoire de Genève de Old Town’da yer alıyor. 1910 yılında yapılan binası görkemli bir bina. Ücretsiz gezilebilen 5 katlı müzede, çok farklı dönem ve tarzlarda sanat eserleri ve arkeolojik eserler, resim, heykel, tarihi objeler sergileniyor. Picasso, Renoir gibi ünlü ressamların eserlerini de gördüm. Müzenin büyük, güzel bir avlusu var.
Restoranının yemekleri de güzel. Avlusunda bir kahve içebilirsiniz. Müzeye girer girmez ilk gördüğüm eserin bir Türk sanatçıya, Burhan Doğançay’a ait olması da hoş bir tesadüftü.
Cenevre Üniversitesi’nin yanındaki Bastions Parkı da çok güzel. Bu parkın içinde mutlaka yürüyüş yapın. Park boyunca uzanan duvarda ise, Reformcular Anıtı (Mur des Réformateurs) var. Anıtta, Protestan Reformu’nun öncüsü ve destekçisi olan Avrupalı din ve devlet adamlarının heykelleri yer alıyor. En ortada ise en önemli dört Protestan Reformcusu Guillaume Farel, Jean Calvin, Théodore de Bèze ve John Knox’un büyük heykelleri var. Bu anıt, Calvin’in doğumunun 400. yılı, Cenevre Akademisi’nin (bugünün Cenevre Üniversitesi) kuruluşunun da 350. yılı anısına yapılmış.
Cenevre, “barış kenti” olarak da biliniyor. Uluslararası anlaşmaların, barış görüşmelerinin yapıldığı, tarafsız bir konuma sahip eskiden beri… Zaten genel olarak İsviçre, barışın, refahın, huzurun ülkesi gibi… Bunu orada gezerken hissediyorsunuz ve keşke dünya üstündeki tüm insanlar böyle yerlerde yaşasa, insanca yaşasa diye düşünüyorsunuz. Tüm insanlar bunu hak ediyor. Cenevre, başta Birleşmiş Milletler’in Avrupa merkezi olmak üzere, Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi yaklaşık 20 uluslararası kuruma ev sahipliği yapıyor ve 160’dan fazla ülkenin heyetleri burada hükümetlerini temsil ediyor.
İsviçreli Henri Dunant’ın fikir babası olduğu ve 1864’te kurulan Kızıl Haç’ın merkezi de Cenevre’de ve logosu da İsviçre bayrağının aynısının sadece renklerinin yer değiştirmiş hali. Uluslararası ekonominin önemli bir merkezi olan Cenevre’de yaklaşık 100 yabancı banka bulunuyor. Dünyanın farklı ülkelerinden gelmiş birçok insanın yaşadığı Cenevre, küçük ama çok kültürlü bir şehir. Genelde daha büyük şehirler kozmopolit olurken Cenevre’nin hem küçük hem kozmopolit olmasına dikkat çekiliyor. Bu nedenle “en küçük metropolis” deniliyormuş.
Cenevre’de saat satan mağazalara çok sık rastlıyorsunuz, saat alma niyetiniz varsa burası tam size göre. İsviçre’den hatıra olarak buraya özgü guguklu saatlerden ya da çakılardan alabilirsiniz. Bir de tabii çikolatayı unutmayın, zaten unutmanız da pek mümkün değil!
Cenevre’nin merkezinde, Gare de Cornavin adlı tren garına yakın birçok otel var, bu otellerden birinde kalmanızı tavsiye ederim. Hem merkezde oldukları için çok rahat hem de trenle yakın yerlere gidecekseniz bu bakımdan da kolay olur. Cenevre’nin merkezinden trenle havalimanına gidiş de çok kolay. Otelden verilen ücretsiz kartla Cenevre içindeki tüm toplu taşıma araçlarına binebiliyorsunuz ki buna havalimanına gidiş de dahil.
Montreux
Cenevre’den yaklaşık bir saatlik bir tren yolculuğuyla Montreux’ye gidebilirsiniz. Yolda trenden Lausanne ve Montreux arasındaki meşhur Lavaux üzüm bağlarını da görebilirsiniz. Montreux, Cenevre Gölü’nün en kuzey ucunda yer alıyor. Burada göl kıyısındaki ünlü Château de Chillon’u da gezebilir ve tarihte bir yolculuğa çıkabilirsiniz.
Montreux’de göl kıyısında mutlaka yürümelisiniz. Ben oradayken bienal vardı ve göl kıyısına çok hoş sanat eserleri, heykeller yerleştirilmişti. Bu da beni çok etkiledi. Özellikle Sara.H’nin yıldızı boyayan bir çocuk heykeli olan “A Chacun son Etolie” isimli eseri oraya o kadar uymuştu ki… Büyülü bir atmosfer vardı. Göl manzarası, arkada dağlar, önde çiçekler, hava güneşli olmasa da çok güzel manzaralar oluşturuyordu. Bol bol fotoğraf çektim.
Montreux’deyken Freddie Mercury’nin doğum günü nedeniyle düzenlenen bir festivale de denk geldim. Freddie Mercury burada muhteşem göl manzaralı bir evde yaşamış ve “Gerçek bir iç huzuru hissetmek istiyorsanız, Montreux’ye gitmelisiniz” demiş. Ne kadar doğru söylemiş!.. Birçok ünlü kişi, şair, yazar, müzisyen, oyuncu, politikacı, hayatının bir döneminde Cenevre Gölü kıyılarında yaşamış. Dostoyevski, Victor Hugo, Ernest Hemingway, Jean-Jacques Rousseau, Audrey Hepburn, Alphonse de Lamartine, Gustave Eiffel, Hans Christian Andersen, Lord Byron bunlardan birkaçı… Burada huzur ve ilham bulmuş olmalılar.
Aşağı bakıyorsanız asla gökkuşağı bulamazsınız
İsviçre’de huzur bulmuş ünlü kişilerden biri de Charlie Chaplin. Vevey’de (Corsier) Charlie Chaplin’in ailesiyle birlikte yaşadığı ev müze haline getirilmiş. Chaplin’s World isimli bu müzeyi kesinlikle tavsiye ediyorum. Vevey’in merkezinden 212 numaralı otobüsle gidiliyor.
Sanki bugün hala yaşanıyormuş gibi eşyaları korunmuş olan evini gezebilir, kocaman bahçesinde dolaşabilir, Stüdyo bölümünde ise Chaplin’in filmlerinden ilhamla dekore edilmiş alanlarda gezerek ve filmlerinin içinde gibi hissederek o ruhu yaşayabilirsiniz.
Müze mağazasında ise Chaplin’in sözlerinin yazılı olduğu magnet, kart, kitap ayracı gibi hatıra eşyaları alabilirsiniz. Ben en çok, “Aşağı bakıyorsanız asla gökkuşağı bulamazsınız” ve “Kahkahasız geçen bir gün harcanmış bir gündür” sözlerini sevdim. Chaplin, 1953’te ailesiyle birlikte ABD’den İsviçre’ye yerleşmiş. Eşi ve çocuklarıyla o güzel evde yaşamış. Eski fotoğraflardan kartpostallar yapılmış ve 1957’den bir aile fotoğrafında boy boy 6 çocuğu var.
Cenevre ve çevresini gezerken İsviçre’nin bayrağındaki pozitif olarak algıladığım işarete ters düşen hiç bir şeyle karşılaşmadım. Her şey pozitif ve güzeldi. Hatta keşke dünya üzerindeki tüm insanlar böyle ortamlarda yaşayabilse dedim kendi kendime. Keşke… Bu güzel ülkenin daha görecek çok yeri var…